Kendimi bildim bileli, kafamın içinde sürekli
konuşup duran bir ses var. bu ses çoğunlukla can sıkıcı ve tam anlamıyla kafa
karıştırıcı bir ses olmasına rağmen bir işe başlamadan önce bütün taslağı da
kafamdaki bu ses çıkartıyordu. daha çocukken bile bulunduğum her ortamda bütün
kötü olasılıkları önüme serer ve kaygımın artmasına neden olurken öte yandan da
sınavlarda ve derslerde de sürekli bu ses sayesinde yol alırdım. kısacası bu
ses bazen bazı konularda önüme sürdüğü olası kötü olasılıklar yüzünden hamle
yapmama mani olup daha sonradan pişman olmama neden olurken, bazen de bana yol
haritaları çıkarıp bir işi kazasız belasız atlatmama yarıyordu.
zaman içerisinde bu sesin aslında ben dediğim şey
olduğunu anladım. zira beni ben yapan bütün kararlarımın arkasında bu ses
vardı. kitap okumayı sevmem, üniversitede seçtiğim bölüm, bir iş yaparken
etraflıca düşünmek, vb. verdiğim kararlarda kesinlikle bu sesin bir parmağı
oluyordu. öte yandan çocukluk, gençlik, üniversite ve iş hayatı gibi farklı
dönemlerde gerek fiziksel olarak gerek hayata bakış açısı manasında değişsem
bile bu ses her nasılsa benimle birlikte yol almaya devam ediyordu. bedenim ve
hatta karakter özelliklerim zamanla değişirken bu ses varlığını koruduğuna göre
sürekli varlığımın nedeni de bu ses olmalıydı. hatta bazı zor zamanlarda krize
girip ben kimim, burada ne işim var gibi sorular beynime hücum ederken,
gerçeklikle bağımı yine bu ses sağlıyordu. tabii ben o zamanlar gerçeklik
dediğim şeyden, koptuğumu sanıp deliriyorum korkusuyla ona tekrar tutunmamı
sağlayan ben dediğim şeyin aynı kaynaktan beslendiklerini bilmiyordum.
aslında bu ben dediğim ses ile gerçeklik dediğim
dış dünyanın aynı kaynaktan besleniyor oluşu meselesi tüm bu benlik
yanılsamasının da sebebini oluşturuyor. bir insan olarak hakikatte var olan
kaos ve rastlantısallık benim işime gelmiyor tüm mesele bu aslında. insan daha
doğrusu insan hayatını var eden genler ve bunların varlıklarını sürdürmek için
didinip duran evrim; insan hayatının nesilden nesle aktarımını sürdürmek için
hakikatte var olan kaos yerine, aslında var olmayan tutarlı bir dünya algısı yarattı.
bu bağlamda insan var olanı değil de mutlu mesut üremesine ve yaşamasına olanak
sağlayacak bir gerçeklik algısı yarattı.
doğadaki bütün yaratıklar nasıl hayatta
kalacaklarsa öyle algılıyor dünyayı, insan da tıpkı diğer yaratıklar gibi kendi
hayatta kalma motivasyonu doğrultusunda algılıyor dünyayı. bir böceğin dünyayı
algılayışı ile bir insanın dünyayı algılayışı tamamen farklı ama ikisi için de
algıladıkları dünya gerçek. kısacası bizim gerçek diye adlandırdığımız dünya,
esasında dünyada olup bitenden evrimsel açıdan hayatta kalma motivasyonuyla
algıladıklarımızdan ibaret. bu manada bir böceğin dünyayı algılayışı ile bir
insanın dünyayı algılayışı tamamen farklı olsa da neticede her ikisinin de
amacı aynı; hayatta kalmak.
beyin ise bu hayatta kalma sürecinin en başındaki
yapı. enerjiye de en muhtaç organ olarak, enerjiyi ekonomik kullanmak zorunda.
insan beyninin kolay olana yönelmesinin nedeni de bu enerji ihtiyacı. beynin
kendini yorup, enerji sarf etmesi için gerçekten sonucunda harcanan enerjiye
değecek bir kazanım elde etmesi gerekiyor. bu çerçeveden bakınca insanın ona
hiçbir fayda sağlamayacak olan hakikatleri öğrenmesinin bir manası yok. insan
için önemli olan hakikat değil insan için daha doğrusu genler için önemli olan
bir sonraki nesle aktarım. insan beyni de bu amaç çerçevesinde evrimleşiyor ve
bu bağlamda dünyayı algılıyor.
gerçekte var olan kaos ve rastlantısallığın, insan
var oluşuna bir faydası olmadığından beyin türlü anlatılar icat etmeye
başlıyor, çeşitli savunma mekanizmaları geliştiriyor. nihayetinde insanın kendi
devamlılığı için gerekli olan manalı ve istikrarlı bir dünya, tutarlı bir
gerçeklik algısı gelişmiş oluyor. bu yüzden de bütün hikâyeler giriş, gelişme,
sonuç şeklinde doğrusal ilerliyor. toplum bir konuda karar verirken, siyah-
beyaz netliğinde oluyor çünkü gri alanların varlığını kabul etmek, bir olayı çok
boyutlu düşünmeyi gerektireceğinden çok fazla enerji harcamak demek. oysa bir
şeyi iyi veya kötü diye adlandırmak daha az gayret gerektiriyor. dinler,
şirketler, para vb. bir sürü anlatılar oluşturarak insan bir yandan doğanın
salt kendi yaşam alanı olduğuna dair kendi yarattığı delillerle kendi kendini
inandırıp doğayı sömürürken bir yandan da kendi kendine atfettiği kutsallığını
bu talana gerekçe gösteriyor.
tüm bu olup bitenler karşısında, ilk başta
bahsettiğim; beynin, kafanın içinde sürekli konuşup duran sesin bir çeşit
rahatlatıcı etkisi oluyor. kafasının içinde düşünen, analiz eden, ölçen, tartan
bir şeyin var olduğunu bilmek insanı özel hissettiriyor ve dahası nasıl ki dış
dünyayı anlamlı bir tutarlılık şeklinde algılıyorsa içerde de aynı tutarlılığı
bu ses ile sağlamış oluyor. benlik yanılgısı da aslında yine tutarlılık ve
anlam arayışının sonucu oluşuyor. bu satırları yazarken esasında var olmadığını
bilsem de kafamın içindeki ses konuşmaya devam ediyor. o zaman bu ses gerçekte
yoksa kararları kim veriyor?
ben dediğimiz şeyin ne olduğunu bilmiyorum ve şu sıralar en çok merak ettiğim şey de bu benlik mevzusu. yani ben diyebileceğim bir şey var mı ondan da emin değilim ama uğraşıyorum işte. bugünlerde şu noktaya geldim, ben dediğim şeyi bilememekle beraber, karar mekanizmasını, başta tabi ki de genler olmak üzere, ömrü hayatım boyunca deneyimlemiş olduğum bütün tecrübeler, okuduğum kitaplar, izlediğim filmler, iyi veya kötü muhatap olduğum tüm insanlar vb. dış dünyadan algıladıklarım belirliyor. öte yandan bazı özelliklerim, davranışlarım ne ailemden geliyor ne de bu huylarımın başlangıcına dair kafamda belirli bir anı yok. çocukluğumdan beri süre gelen bazı davranışlarımın başlangıç noktasını bilemiyorum ve bunları merak ediyorum, şimdilik bir cevap bulamadım. kısacası bir şeyin yanlış olduğunu öğrenmek o yanlışın yerine otomatikman doğrusunu getirmiyor. bu kafamdaki sesin ben olmadığına kanaat getirdikten sonra peki ben dediğimiz şey nedir diye sorduğumda net bir cevap yok ama bir sorunun cevabını bilmiyorum diye sırf cevap vermek için yanlış olduğunu bildiğim bir şeyi doğruymuş gibi kabul edemem. bu manada şanslı bir dönemde yaşadığımızı düşünüyorum zira bilimsel teknoloji gelişiyor ve insan beyniyle ilgili bir sürü yeni bilgi ortaya çıkıyor, sonuçta bu yeni bilgileri okuyarak farklı kapılar açmak her zaman mümkün. okumaya devam.